Kamburunun Farkına Varan Kadın
Kadınlar günlük hayatta yaptıkları bir çok işin kendi görevleri olduğunu düşünür. Hatta sadece onlar değil aynı evde yaşayan karşı cinsten bireyler de böyle düşünür. İnsanı bir girdap gibi içine çeken; çamaşır, bulaşık, hele o ne yemek yapsam derdinden başını kaldırıp biraz düşününce; bu yaşam tarzını kimden öğrendiğini, kime benzediğini ve neden hayatının sürekli tekrar ettiğini sorgulaması ona yeni bir dünyanın kapılarını açar. Çünkü sorguladıkça hayatın başka türlü de yaşanabilir olduğunu fark eder. Ardından biraz sessizliğe gömülüp kendi iç muhasebesini yapınca, etrafta kendine benzeyen birileri var mı diye merakla araştırır. İlk bakacağı adres yetiştiği evdir. Annesi ve babasını bir başka gözle izler, ardından çevresindeki diğer kadınları.. Yuvayı yapan dişi kuşlar ve evin reisi erkekleri gözleyince, çevresinde dönen hayatın izlerini kendi evinin içinde bulur. Bazen aynılıklar o kadar fazladır ki kendini aynı yolda yürüyen kadın kabilesinin önemsiz bir bireyi gibi hisseder. “Oysa belki de yeni şeyler söylemek lazım, kabilenin yönünü vahaya çeviren insan olmak lazım!” diye düşünüp bunu dile getirdiği zaman, sözlerine kıymet verilenler dinlenir, azı anlaşılır, kimi ise umursanmaz. Kiminin sözleri havaya karışır bir süre sonra ama mücadele etmeyi bilenler direnir ve sonunda kendi hayatı dahil etrafını da aydınlatacak kazanımlar elde eder.
Her birimiz ayrı coğrafyalarda doğmuş ve büyümüş olsak da, Anadolu’da kadınlara biçilen görevler -onlara biçilen elbiseler farklı olsa da- birbirine çok yakındır. “Elinin hamuru” tabiri kadının hapsedildiği dört duvarı işaret eder mesela ve Türkiye’de yaşayan her kadın bu sözün anlamını gayet iyi bilir! Sonra “Eksik etek” sözü gelir ve ardına “Kadın aklı” diye -sanırsın ülkeyi uzaya çıkarmış erkekler tarafından kadının analitik düşünme yetisinden yoksunluğunu iddia eden- başka bir sözü takar! İşin kötüsü çoğu kadın bu eksiklik, güçsüzlük ve yetersizlik safsatasına inanır. Bu yüzden bir işe girişmeden önce öğrenilmiş yetersizlik ile o işte başarılı olamayacağını düşünür. Yine bu yüzden bazı meslekler erkekler için bazıları ise kadınlar içindir. Öğrenilmiş yetersizlik kuralına göre; erkek ev işinden ne kadar anlamaz ise, kadın da tamir işlerine elini sürmez çünkü beceremez! Öğrenilmiş yetersizlik, erkekleri ev işlerinden azad ederken kadınların çalışma hayatındaki hareketlerini sınırlar, güç gerektiren işlere girişmelerinin önünde koca bir kaya gibi durur.
Büyüdüğüm yerde kadınlar sırtında kendi ağırlığını aşan yükler taşırdı. Erkekler ise yük taşıyan kadının önünde dimdik yürüyüp onlara yol gösterirdi. Bizim oralarda her zaman kadından daha güçlü olduğu vurgulanan erkeğin sırtına yük alması hoş karşılanmazdı. Bu çelişkiye bakıp, iki büklüm eşinin önünde dimdik yürüyen adamın adına utanırdım. Ben olsam yerin dibine girerdim, oysa onlar bundan gocunmazdı. Çünkü öyle görmüşlerdi ve bazen yaşadığı hayattan memnun olan insanların çokluğu sırtında yük taşıyanların sesine perde olur! Yine doğduğum yerde, yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev işlerini halleden kadın, araya çocukların bakımını da sıkıştırıp ardından bahçeye koşardı. Günün sonunda herkes uykudayken ağrıyan sırtını kendi ovar, nasırlı ellerini yine kendi sarardı kadın. Kadının tek çaresi yine kendisiydi!
Sadece benim büyüdüğüm yerde değil, toplumun genelinde ortak yaşam alanındaki tüm işler kadınların sırtında onların daha hızlı yürümesini engelleyen birer kambur gibi durur. Bu kamburu kadınlar çoğu zaman farketmeden taşır. Çünkü gördükleri, tanıdıkları kadınların çoğu sırtında aynı eğriliğe sahiptir, hatta bunu kadının fiziksel bir özelliği zannedip kamburu olmayan kadınların eksik olduğunu düşünenler bile vardır. Kamburunun farkına varan kadınlar bu gidişe bir dur demek isteyince, söyledikleri karşı cins tarafından çoğu zaman anlaşılır değildir. Çünkü o da benzer aile yapısı içinde evde hizmet edilmesi gereken şanslı azınlığın bir üyesi olarak büyütülmüştür. Hiç yatağını düzeltmemiştir mesela ya da çamaşırını yıkamamıştır. Annesi, ablası, kız kardeşi artık evde kadın namına kim varsa gündelik işleri onlar yapmıştır ve bu kimseye garip gelmemiştir. Rahatının kaçmasını istemeyen, bu hayat düzenine alışmış insanlara ise aynı evde yaşamanın ortak sorumluluklar getirdiğini anlatmak hiç de kolay değildir.
Bazen bir düşünceyi insanın kafasından söküp atmak ve yerine yenisini koymak büyük bir mücadele gerektirir! Erkek egemen toplumlarda kadınların tek çaresi mücadele etmektir. Kurumaya yüz tutmuş fidandan umut kesmeden her gün köklerine su verir gibi daha önce düşünülmeyenleri düşündürmek, farkedilmeyene dikkat çekmek için uğraşmak gerekir. Ve bu mücadele ile; öğrenilmiş çaresizliğin taş duvarlarını yıkıp geçmek, pembe duvarlar ile örülmüş, dantel ağlarla çevrilmiş kalıpların dışına çıkmak mümkün! Ortak yaşam alanında ortak karar almak hakkına sahip olmak, birinin arkasında değil yanında yürümek, yuvayı tek başına yapan dişi kuş olmaktan vazgeçip yuvada imece usulü çalışmak mümkün. Kabullenilmiş çaresizlik ile yaşayan insanlar arasında varoluş türkülerini haykırarak söylemek mümkün!
Sosyal hayatın içinde yer alan, üreten, okuyan, kültürel ve bilimsel anlamda çevresini sürekli besleyen, dünyadan yeni bir söz söylemeden göçmeyen, özgüvenli, çevresinde muhtemel karşılaşacağı dar kafalara karşı gardını asla düşürmeyen, mücadeleci kadınların topraklarımızda çoğalması da mümkün. Bunun için; kadınlar kozalarını delip uçmalı gökyüzüne, kendilerine örülen o pembe dünyadan maviliklere yükselmeli ve hayata umut tohumları ekmeli! Kadınlar toprağı iyi işler çünkü toprağın halinden anlar. Tohum atmaya sıra geldiğinde arka planda bırakılsa da o da toprak gibidir; tohumun içinde nasıl yeşerdiğini bilir! İyi işlenmiş bir toprak ne kadar iyi ürün verirse fırsat verilmiş bir kadın da etrafını o kadar iyi aydınlatır. Toprağa su vermeyi, kadınların mücadelesine destek olmayı ihmal etmeyin!